23 Şubat 2014 Pazar

bıkmadılar siyasi partiler her seçim öncesi  müzikli araç gezdirmekten. hayır bir fayda sağlıyorsa eğer kendilerine bir değil üçer-beşer gezdirsinler; ama ben şu yaşıma geldim bir kere de "ay kızzz... şu partinin kullandığı müzik harikaymış. oyumuzu verelim" diyeni duymadım. bunun yerine "kapatın şunu amına koyduğumun çocukları boşuna kafa şişirmeyin" derler. yani boşuna para harcayıp, küfür yemeyin. bıktı artık bu millet bu işlerden
Bu benim hikâyem. Ben yazarım. Ben oynarım. Ben okurum. Sen sadece yan karakter olabilirsin. Dememeliyiz hiç kimseye; çünkü hiç kimse yan karakter değildir şu dünya denen oyunun senaryosunda. Herkes bir senaryonun başrolüdür. Her ne kadar senin hikayende yan karakter olsa da. O yüzden kimseyi dışlama. Onun kendi hikayesini bulmasına yardım et. Yardım et ki dünya daha yaşanılabilir bir yer olsun...
Derken bir ışık gelir gözümüze. Yürümeye başlarız; lakin ışıktan önümüzü göremediğimiz için duvarlara çarparız. İşte yazmakta bunun gibi bir şeydir. Birden içinde yazmak isteği uyanır; ama bir türlü istediğini anlatamamanın kasveti bırakmaz yakanı
Elbet bir gün öleceğiz. Ölüm son mu? yoksa yeni bir başlangıç mı? bilmem; ama dünyanın hakkını veremiyoruz. Dünyada mekan derken biraz abartılı davrandık. Dünyalar kadar mekan yapma hırsına kapıldık. Keşke kapılmasaydık; ama cahildik yaptık. Olsun zamanla ilkele geri dönecekmişiz. O zaman mülkiyetçiler çok zorlanacak gibime geliyor. Sen geceni gündüzünü şaşır koca koca binalar dik. Sonra al takke ver külah derken unga bunga devrine geri dön. Olacak iş değil yahu bu durum. Neyse sakinim; ama sizde sakin olun kaptırmayın fazla kendinizi mala mülke
Hep mutluluğu parayla ölçmekten sıkılmadın mı ey büyük(!) insanlık? Ne kadar paran varsa o kadar mutlusundur mantalitesi taşımak zor gelmiyor mu o güzelim kafana? Bıkmadın mı sırf parası olamadığı halde senden mutlu olduğu için insanları ezmekten. Yetmedi mi dünyanın iliğini sömürdüğün? Yılmadın mı dünyanın altını üstüne getirmekten? ben bıktım senden ey büyük insanlık. yapma artık kötü şeyler. ezme artık sırf senden mutlu diye insanları. dokunma dünyaya; çünkü sadece sana tahsis edilmedi bu yumurtamsı şekilli fanus. orada senin olduğu kadar bir Nijeryalının da hakkı var, Arapın da... sırf tarla sahibi olacağım diye yakma ormanları ey büyük insanlık.Oağaçların da hakkı var bu dünyada,dalında yaşayan kuşunda. Kötü şeyler yapama artık büyük insanlık kötü şeyler yapmaaa....
Ölürken bile gülebilmeli insan. işte gidiyorum derken bile o yavşaklığı hissettirmeli kalanlara. Öyle kıspeti yırtılmış güreşçi gibi malafatı tuta tuta kaçmamalı sahadan. Kıspeti yırtan güreşçilere özgü vakurlukla kaldırmalı kafayı. ölümle dalga geçebilmeli. Azrail'den korktuğu halde "naptın bee muhtar?" diyebilmeli. Korkunun hiçbir şeye yaramadığını anlamalı son nefesi verirken. Bu yüzden korkmadan, başı yukarıda tutmalı tacı düşürmemek için.
Neydi bizi bizden alan şey… aşk mı? Sevda mı? Yoksa bu kadar iyimser ve hayalperest olmamız mı? Bilemeyiz. Tek bildiğimiz şey sürekli bulmalarına karşılık, inatla kendimizi kaybedişimiz. Bu kaybetme isteğinin altında aslında yenilgiyi kaldıramamak yatar. O kadar yenilmişizdir ki artık bu seriye yenisi eklenmesin diye ortadan kaybolmayı isteriz; ama diğer insanlar sırf kahramanlık olsun diye bizi bulurlar. Aynı çocukken pazarda kaybolduğumuzda bizi ailemize teslim ettiklerindeki gururu görürsünüz gözlerinde. Üstat menteş’in de dediği gibi “Biz bu çağın fiyakalı kaybedenleriyiz.”  Ama artık iyi insanlar(!) sağ olsun her kaybedişimizde buldular bizi. Artık kaybetmenin de bir fiyakası kalmadı 
Böyle bazı insanlar vardır. Ana rahmine düşer düşmez cenabet şansı yakalarına yapışır ve bir ömür boyu yanlarından ayrılmaz. Cep yakalarında mürekkep akıtan kalemler gibi sürekli sorun çıkartır bu şans türü gariplere. Ben de bu garibanlardan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; Bu dünyada çok kasıyoruz kendimizi. Gereksiz şeyler için çaba harcıyor, gereksiz yere yoruyoruz kafalarımızı. Sonuçta öleceğiz ve solucanlara yem olacağız. Durum böyleyken uzaya çıksak ne çıkmasak ne? Ne güzel söylemiş Ömer Hayyam; "Hayat kısa insanoğlu, biçilmiş otlar yeşermeyeceksin bir daha." Ot muyuz bilmem ama; solucan yemi olduktan sonra otların büyümesinde en büyük pay bizim olacak solucan boku olarak. Nerden gelmiştik bu konuya... Haaa şey diyorduk... Cenabet şansı... Bu şans türünde hiçbir şey yolunda gitmez. Bir şehre gidersin, arkadaşınla metroya binmeye karar verirsin. İlk metro deneyimin o olacaktır o şehirde; ama yaka cebindeki kalem mürekkep akıtır ve olma ihtimali sıfıra yakın bir şey olur ve metro dozerle çarpışır. Sonuç olarak elin kuru götün yaş bir şekilde otobüse binersin. Ama çilen bitmez. Bu seferde otobüsde millet oranı buranı ellemeye başlar. Şoför desen en büyük pezevenk başıdır. Sürekli boş yerleri dolduralım mantığı taşır. Sanki içimize alcaz milleti.-Eğer bir gün bir sürü insan karşıma "BABAA"diyerek çıkarsa hiç şaşmam. Nerden babaları olduğumu biliyorum.- Derken başka bir şehirde olmanın verdiği Leyla'lıkla psikiyatriste gidersin; ama cünüp şansın evcil şempazen gibi omuzundan inmez. Bunun etkisiyle de sana hastanenin en psikolojisi bozuk psikiyatrı denk gelir. Bu tür doktorlarla karşı karşıya gelen insanlar bilir, çok ağzı bozuk olur bu ibneler. Benim ki en küfürbaz olanıymış bilemedim. Daha kapıdan içeri girer girmez "anlat bakalım şu amuna goduğum derdini"yle karşıladı beni. Zaten cenabet şansım yüzünden hep mülaim davranan ben o korkuyla Ankara-İstanbul arasını 30 dakikada koşmuşum. Az önce geldi madalyam. Uzun zaman olmadı şu şekli belli olmayan dünyaya geleli.- Elips diyorlar; ama google eartlede yusyuvarlak görürüz kendileri- Ama hala cenabet şansıyla yaşıyorum. Alıştım artık zatı alilerine. Size de tavsiye ederim alışmanızı; Çünkü gusül tutmuyor bu kevaşe şans.  
Büyümenin tarifi

büyümek... Boyun uzaması, vücudun değişikliğe uğraması ve hayatın aşırı demli çayına yana yakıla şeker aramaktır. Şeker ararken de yılların senden aldıklarına yabancılaşmaktır aslında. oynadığın oyunlara, ettiğin kavgalara, arkadaşlıklarına, arkadaşlarınla daldığın komşu bahçedeki erik ağacına... hepsine yabancılaşmaktır büyümek. Aslında yabancılaşmak zorundasındır. Yoksa sana hep çocuk gözüyle bakacaklardır. Zoruna gider bu durum. Silersin bir anda bütün yaşadıklarını. Gömersin buz dağının en dibine. Ben de öyle yapmıştım. En dipteydi; ama ufacık bir sallantıda hepsi yukarı çıktı. Hiçbir şey yapamadım. Her şey üniversiteyi kazanıp, İstanbul'dan Ankara'ya gelmemle baş gösteren bunalım yüzünden doktora gitmemle başladı. O gün doktorun bana verdiği antidepresan çıkardı hepsini derinliklerden. Onun sayesinde anladım şimdi çok mutsuz bir insan olduğumu. Onun sayesinde anladım çocukluğun en güzel yaşam dilimini oluşturduğunu. Ben küçükken, her ne kadar refah içinde yaşamasak da bahçemizdeki erik ağacıda ki erikleri bitirip, komşu bahçedeki vişne ağacına saldırmanın ne güzel bir şey olduğunu anladım. O vişne ağacı ki kendi başına yıkılmış, ceremesini çekmesi bana kalmıştı. Kahrolsun suçsuz çocuklara kızan konu komşular. Öyle çok yaramaz çocuk değildim ben. En büyük yaramazlığım komşu bahçedeki meyve ağaçlarından meyve toplamaktı. Bunun dışında -kardeşi olanlar bilir- kardeşimle kavga kavga edip kafasını yarmaktı. Kahrolsun kardeşinin kafasını yaran abiler. Bunlar dışında çok fazla araba geçmeyen yolda top oynamaya bayılırdım. Gerçi evimizin karşısında eski askeriye, yeni top sahası vardı. Ama annem orada ayyaşlar olduğu için bizi göndermezdi. Biz gitmeyince arkadaşlarımızda gitmez, en nihayetinde bizim yokuşa kalırdık. Şimdi belediye o sahayı yıkıp, paralı halı saha yapacak. Kahrolsun çocukların oyun alanlarını yıkıp ticarethane yapan belediyeler. O yokuşta hepimiz; Eto, Deco, Hakan, Tuncay, Nihat, Zidane, Ronaldinho'yduk. Bunlar dışında benim hayatım hep evde geçti. Evde çizgi film biriktirirdim. Pokemon, beyblade, Winnie-the-Pooh, mickey mouse gibi çizgi filmler bulunur çizgibaramda. Peki ya siz? Siz ne biriktirdiniz? Ben söyleyeyim; biriktirmek yerine buz dağının en derin yerinde bırakıp, üzerine eskimo gökdelenleri kurdunuz. Hayırlı olsun gökdelenleriniz. İnşallah deprem olupta gökdelenleriniz yıkıldığında, o derinlerde bıraktığınız şeyler gün yüzüne çıkmazlar, aynı benimkiler gibi...
Ruh hallerimiz sürekli değişir. Değişmesi de normaldir hani; çünkü hayat şartları buna zorlar bizi. Kimi zaman mutlu olarak kalkarken yataktan kimi zaman küfrederek uyanırız. Sebebini bilmeyiz asla neden küfür ettiğimizin. Oysa neden canımız sıkkınken sigaradan derin bir nefes aldığımızı, neden viskiyi yavaş yavaş yudumladığımızı biliriz. Çünkü sigaranın dumanı boğarken içimizdeki sıkıntıyı, viski yakar birden dikince kafaya, gırtlağı. Bu yüzden bazı şeyleri bilip, bazı şeyleri bilmememiz normaldir. Hayat bunu gerektirir çünkü. Eğer her şeyi bilseydik ne nefes almanın anlamı kalırdı ne de yaşamının. Hal böyleyken yarın neyle karşılaşacağım acaba? Sorusuyla yaşamanın zevkini çıkarmalıyız. Çıkarmalıyız ki yarın bir gün imamın kayığına binmeye yakın aklımıza gelip kederlenmeyelim. Çünkü içte keder birikince kayık daha yakın olur.